Çarşamba, Nisan 19, 2006

Stanislaw Lem

Yakın zaman önce kaybettiğimiz büyük BK ustası ve benim kişisel olarak en sevdiğim yazar...
ve kendimce Yenilmez adlı romanı hakkında yazdığım yazı.


1921 Polonya Lwow doğumlu, 1941 yılına kadar Lwow'da tıp öğrenimi gören Lem, İkinci Dünya Savaşı yıllarında elektrik teknisyenliği yaptı. Polonya'da bilimkurgu geleneği yok, adam önce Sovyet bilimkurgu geleneğini okumaya başlıyor, Amerikan bilimkurgusunu da 1950'lerin sonlarında öğreniyor. İlk kitabı 1955'de yayımlandı (Kazanılan Zaman). Bu kitabından sonra kendini dünya çapında ünlü yapacak olan bilimkurgu metinleri üretmeye başladı. Astronauic "Issız Yıldız" adıyla 1955'te filme çekildi. Bilimkurgu kitapları yazdığı ilk
yıllarda modern bilimle hümanistik ahlâkı birleştirmeye çalıştı. Eserlerindeki olayları tam bir bilimsel kesinlik içinde açıklaması onu diğer BK yazarlarından ayırır.

Amerikan Bilimkurgu Edebiyatçıları Derneği'ne fahri üyeyken, Amerikan bilimkurgu yazınını eleştirdiği için üyeliği askıya alındı. Solaris adlı eseri 1979’da Andrei Tarkovski ve 2002’de Steven Sodenberg tarafından sinemaya uyarlandı.

Romandaki olayların geçtiği tarih kesin değildir, fakat insanoğlu yıldızlar arası yolculuklar yapabilecek kapasitededir. Lir takımyıldızındaki Reigis 3 gezegenine iniş yaptıktan sonra bir daha haber alınamayan “Kondor” adlı uzay gemisinin başında neler geldiğini öğrenmek için başka bir gemi daha gönderilir. Yeni geminin adı Yenilmez’dir. Mürettebatın içinde belirli dallarda özelleşmiş olan çok sayıda bilim adamı bulunmaktadır. Yenilmez, gezegene iniş yaptığında, Kaptan Hoparch güvenlik prosedürünü en üst seviyede tutar; bilimsel çalışmalar dışında mürettebatın gezegen yüzeyine çıkmasını yasaklar. Romandaki en belirgin bilimsel gelişme belirli bir koruma alanı sağlayan dirac emülatorleridir. (Dirac, Paul pozitif elektronların varlığını kanıtlayan kuantum fizikçisidir, romandaki güç alanları bu prensibe göre çalıştığı varsayılır.) Mürettebat belirli gruplar halinde gezegende keşifler yapmaya başlarlar. Gezegen şartları Dünya’nınkiyle aşağı yukarı özdeştir. Çalışmalar sırasında karada hiçbir yaşam izine rastlanmaz. Gezegenin denizleri incelendiğinde denizde bir yaşamın olduğu görülür. Deniz canlıları Dünya’dakilerle benzerlik gösterir; Dünya’dakilerden tek farkı manyetik alan şiddetinin değişikliklerine tepki veren bir duyu organının bulunmasıydı. Bilim insanlarının en çok şaşırdığı nokta suda dünyadakine benzer bir şekilde yaşam ortaya çıktıktan sonra neden bunun karaya ulaşmadığıydı. Gezegen hakkında araştırmalar devam ederken şehir yapısını andıran dev metal yapıtlar bulunur. Bu yapıtlar incelendiğinde herhangi bir şehir yapısına benzemediği ortaya çıkar. Gezegen üzerinde karada yaşam olma ihtimali iyice azalır. Devam eden günlerde kayıp kondor gemisi bulunur ve tüm mürettebat bilimsel çalışmaları bırakıp gemiyi araştırmaya giderler. Kondor mürettebatının hepsi açlıktan ölmüştür. Olayı ilginç kılan kesim ise gemi ambarlarında açılmamış ve hala taze olarak duran tonlarca yemek bulunmaktadır. Yenilmez’in bilim adamları bu olaya bir açıklık getiremezler. Kondor mürettebatından bir kişi hibernasyon kapsülünde bulunur, fakat bu adam da ölmüştür. bilim adamları insanın öldüğünde ne gördüğü ve ne düşündüğünü ortaya çıkaran bir araçla ölen şahsın beynini inceler ve esrarengiz bir şekilde bu kısmın bir bebeğinki kadar boş olduğunu görürler. Ölen tayfa üzerindeki araştırmaların hiçbiri olaya açıklık getiremez.
Yenilmez’in bilim adamları tam bir hayal kırıklığı içindedir, çünkü açıklanamayan olayların sayısı çok fazla ve bu olayları açıklamaya yönelik eldeki veriler çok çok azdır. Sonraki günlerde trajik bir olay meydana gelir, mürettebattan bir kişi tüm zihinsel hafıza özelliklerini kaybetmiştir. Konuşamamakta ve bir insanın yapabileceği en basit şeyleri bile yapamamaktadır. Bilim adamları geri dönüşümsüz bir hafıza kaybı olduğuna kara verirler. Bir iki hafta içinde tayfanın bazı temel şeyleri öğrenmesi bu görüşü doğrular. Ayrıca gezegen yüzeyinde belirli periyotlar içinde ortaya çıkan siyah bulutumsu bir obje belirlerler. İlk başlarda bunu değişik bir hava olayı olduğunu sanırlar fakat bu obje Yenilmez’den fırlatılan uyduları bozunca durumun ciddiyetini kavrarlar. Bu objeler topluluğu belirli bir etkene saldırmaktadırlar. Bir araştırma grubu yüzeydeki metal kalıntılar hakkında daha ayrıntılı gözlem yaparken gemiyle irtibatı kesilir, onları aramaya giden kurtarma ekibi mürettebatı sağlam fakat önceki hafıza kaybına uğramış tayfanın durumunda bulurlar. Gemide hafızası silinen eleman sayısı yaklaşık ona ulaşmıştır. Bundan sonra ekip daha ciddi güvenlik önlemleri altında çalışmaya başlar. Son çalışmalarından birinde ekip tekrar siyah bulutun saldırısına uğrar, fakat bu sefer ekipteki bir eleman saldırıdan zihni silinmeden kurtulmayı başarır. Ana gemiye siyah bulut parçasını oluşturan siyah kristallerden birkaçını da getirir.
Yapılan incelemeler sonucunda, gezegende kara yaşamının olmayışı, yüzeydeki metal kalıntılar ve insanlara saldırıp beyindeki tüm bilgileri silen siyah kristaller arasında bir bağlantı olduğu sonucuna varılır. Yaklaşık 6 milyon yıl önce Lir yıldızının gezegeninde zeki varlıklar yaşıyordu ve bir şekilde onlara ait bir gemi bu gezegene indi. Gezegene iniş yaptıktan sonra bir çeşit kaza sonucu tüm mürettebat oldu geriye gelişmiş bir teknoloji ürünü otomatlar kaldı. Bu robotların bilinçli bir zekaları yoktu fakat bir şekilde yeni otomatları imal etme olanakları vardı. Bulundukları çevre içinde sağlamlıklarını koruma düzenekleri de, bir şekilde bu gezegende yaşayan canlılar onlara saldırdı ve onlarda kendilerini korudu ve karşı saldırıya geçti. Bu işlemlerin uzun yıllar aldığını varsayarsak ki tüm gezegen üzerindeki canlılarla mücadeleden bahsediliyor, yeni imal edilen makineler ilk örneklerine benzemez oldular ve bu noktada ölü bir evrim başladı: makinelerin evrimi. Yeni otomatlar üretilip geliştirildikçe enerji kaynağı arayışına girdiler ve çeşitli madencilik metotları geliştirdiler, gezegende (radyoaktif element yoktu). Bir noktadan sonra bir enerji krizi patlak verdi, bu durum sonucunda makineler varlıklarını koruma uğruna bir savaş verdiler. Büyük hacimli yüksek enerji gerektiren otomatlar bu savaşı kaybetti ve geriye küçük, enerji kullanımı açısından tutumlu otomatlar hayatta kaldı. Bu süreç sonunda iki tip otomat tipi hayatta kaldı. Birinci grup küçük hacme ve enerji gereksinimine sahip olanlar, ikinci grup ise hareket yeteneği olmayan meta yapılar. Bu iki ırk arasındaki mücadelede ise doğal olarak hareket yeteneğine sahip olan, mürettebatın karşılaştığı siyah kristal parçaları kaldı. Bu hipotez gezegen üzerindeki metal kalıntılarını, karada neden yaşamın gelişmediğini ve sudaki canlıların neden manyetik bir duyu organına ihtiyaç duyduğunu ve siyah kristal parçacıkların hareket yapısını tam olarak açıklıyordu. Ufak parçalar tehlikeyi sezdiğinde birleşip daha büyük bir yapı haline gelebiliyor ve bu şekilde hareket edebiliyorlardı. Ayrıca kurbanlarını neden öldürmediklerini sadece beynine zarar verdiklerini de. Öldürmek kuşkusuz daha fazla enerji gerektiriyordu, bunun yerine beyin fonksiyonlarını sıfırlamak bir süre sonra kurbanın hayatta kalma şansını da azaltıyordu. Saldırıdan kurtulan eleman ise saldırı karşısında uğradığı şoktan dolayı beyninde bir süre düşünemedi ve dolayısıyla makinelerde onu bir canlı varlık olarak algılamamışlardı. Makineler ölü bir evrim geçirmişlerdi. Sadece saldırı altında olduklarında tepki veriyorlardı; herhangi bir entelektüel akıl geliştirme yetenekleri yoktu.

Romanın bana göre en iyi tarafı, insanın eldeki bilgileri bilimsel metodlar dahilinde zekice kullanarak sonuca ulaşabilme özelliğini ele almasıydı. Aynı zamanda insanlığın her konuda her zaman zafer kazanamayacağı, karşısına tamamen farklı bir tipte sorunlarda çıkabileceğiydi.

Hiç yorum yok: